Tuzlu Su Değil, Gözyaşı!
Güncelleme tarihi: 30 May 2020

MÖ. 600’LÜ YILLARDI. Frig Krallığı’nın baş şehri Gordion’da, binbir türlü eziyetle inim inim inlettiği onlarca kölesi olan zalim bir tüccar yaşardı. Kendi gibi ensesi öküz ensesi kadar kalın dostlarından birinin daveti üzerine koşa koşa gidip kurulduğu bir ziyafet sofrasında, yediği ellinin üzerinde içli köfte yüzünden aniden fenalaştı ve sallasırt edilip, apar topar götürüldüğü Kral Midas İlk Yardım Hastahanesi’nde yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayıp, her ne kadar raporlara, Exitus Letalis yazıldıysa da, hasır bir sedye üzerinde, bildiğiniz cavlağı çekti...
Ertesi gün, haber bütün Gordion’a yayıldı ve müteveffanın evine ateş düştü. Aslında bu düşen ateşten yanıp kavrulan sadece o zalim herifin en az kendi kadar zalim karısıydı. Yoksa kölelerin falan pek umurlarında değildi.
Hanımağa, “Yasımızı sonra tutarız şimdi şaşaalı bir cenaze töreni için hazırlık yapmalıyız!” diyerek köleleri saray yavrusunun taş avlusunda sebilhane bardağı gibi karşısına dizip, uzandığı rahatiyeden emir üstüne emir yağdırarak, bir zengin cenazesi için ne lazım geldiyse, hepsini saydı sıraladı.
Sonra her birinin eline birer adet, hafif armudî, açık firuze, minik minik şişeler vererek:
“Yarına kadar bu gözyaşı şişelerini ağlaya ağlaya dolduracaksınız!” emretti.
Frigyalılar, cenazelerin arkalarından döktükleri göz yaşlarını, böyle türlü tefarik şişelere doldurup mezara kor, ölüyü onlarla birlikte gömerlerdi. Çünkü öteki âlemdeki vazifelilerin bu şişeleri görünce, “Amanın amaaaan! Bunun arkasından ne çok da ağlamışlar. Demek ki iyi bir adam imiş. Hadi götürelim onu Cennete koyalım!” dediklerine inanırlardı.
Hanımağa, köleleri bir kez daha gözden geçirdiğinde, içlerinden birinin elinde şişe olmadığını gördü.
– Nerde senin gözyaşı şişen?
– Bana yetişmedi efendim!
– Ne demek yetişmedi? Derhal mutfaktan boş bir şişe getirin!
Hanımağanın nedimeleri mutfağa koştular. Her yeri aradılar taradılar, bula bula boş bir pet şişe bulup getirdiler.
– Hah! Getir getir! Verin şuna!
Zavallı köle litrelik pet şişeyi görünce derince bir yutkundu.
– Sen de buna ağlayacaksın! Artık sabaha kadar gözün mü çıkar, canın mı çıkar bilmem. Bu şişe lebaleb dolacak, efendin öbür tarafta krallar gibi karşılanacak! Yoksa seni de onunla birlikte gömerim mezara. Çıktığı bu uzun yolculukta, kendisine hizmet edersin...
Kirden pastan, güneş altında çalışıp didinmekten derisi kavrulmuş, adeta abanoz kesilmiş köle, “Emredersiniz hanımım!” dedi titreyerek. “Zaten içimde öyle bir keder var ki, bildiğiniz gibi değil. Korkarım bu şişe de yetmeyecek göz yaşlarımı almaya...”
Aslında, bırakın âhüvah edip ağlamayı, sevinçten göbek atası, kimbilir kaç kere yere uzatılıp sopaya çekildiği şu taş avluda, takla böceği gibi önce sırt üstü yatıp, sonra hop hop zıplayayıp kalkası vardı...
Ertesi gün, sabahın ilk ışıkları ile birlikte yatağından kalkan hanımağa bütün kölelerden göz yaşı şişelerini tek tek topladı. Her birini eline alıyor güneşe karşı tutup ne kadar dolu olduklarına bakıyordu.
Nedimelerden biri “Geç kalıyoruz hanımım!” dedi. Hanımağa acele ile geriye kalan kölelerin ellerinden göz yaşı şişelerini hızla çekip aldı ve omzuna astığı hasır sepetin içine yerleştirdi. Sıra pet şişeli köleye gelince, bir an duraksadıysa da, vakit olmadığı için ağzına kadar dolu olduğunu gördüğü ve ilgiiinç anlamına gelen bir dudak büzüşü ile karşıladığı pet şişeyi de, o sırada anlam veremediği bir korku ve endişe yüzünden tir tir titreyen kölenin elinden çekip aldı, ötekilerin arasına yerleştirdi.
Önde hanımağa, sağında solunda ve arkasında nedimeler, arkada birtakım eş dost ve akraba takımı, en arkada ise yorgun kölelerden oluşan kalabalık, önce tapınağa oradan da mezarlığa doğru yola çıktı.
Hanımağa, kafasına geçirdiği siyah tülün ardından, arada bir sepete bakıyor ve her biri ağzına kadar dolu minik şişeleri gördükçe, kocasının öteki âlemde âdil ve cömert bir kral gibi karşılanacağını düşünerek mutlu oluyordu.
Fakat gözü, bütün o küçük şişeler içinde, hamsi kasasına karışmış palamut gibi duran ve parlak güneşin altında yaldır yaldır yanan iri pet şişeye takıldıkça, “Bu köle hasta galiba” diye söyleniyordu. “Kesin sarılık oldu mel’un! Çünkü ben ömrümde böyle sapsarı gözyaşı görmedim!”
•••

ŞU ACAYİP GÖZLER kitabından alınmıştır...