top of page

Sultan'ın Elçileri


Yedigöller Milli parkı
Fotoğraf: Özkan Öze

Sultanlar bir kimseye hediye gönderecekleri zaman o hediyeyi hizmetkârlarının eline verirler ve onunla gönderirler. Çünkü koskoca sultanın şanına, hediyesini kendisinin vermesi yakışmaz.


Bir zaman bir adam vardı. Fakir ve çaresiz bir kimse idi. Günlerden bir gün, kapısı çalındı. Adam kapıyı açtı ve ne görsün! Elinde türlü türlü hediyelerle bir yabancı. Garip kıyafetli bir tuhaf kişi!


O fakir kimse şaşırdı ve:


“Sen de kimsin efendi!” dedi.

O gelen adam:


“Ben sultanın elçisiyim. Onun emri ile onun hazinesinden aldığım bu hediyeleri sana getirdim. Al bunları ve ihtiyaçlarını gör!” dedi.


Fakir adam bu işe o kadar sevindi ki, kendini o elçinin ayakları dibine attı. Sarılıp onun el ve ayaklarından, göz alıcı kaftanının eteklerinden öpmeye başladı. Teşekkür etti, şükretti, daha nice nice övücü sözler söyledi.


O elçi ise:


“Efendi! Sen ne yaptığını sanıyorsun!” dedi.


“Ben sadece bir elçiyim. Senin asıl teşekkür etmen gereken sultandır. Sen sultana şükret, sultana övücü sözler söyle. Onun hazinelerini an, onun cömertliğinden bahset. Ona hürmet ve itaat et! Bu kıymetli hediyeleri ben değil ancak o sana verebilir.”


Bu sözleri duyan o fakir adam akıllı bir kimse idi ki, aklı başına geldi. Hemen ayağa kalktı ve elçiye:


“Aferin sana!” dedi. “İşte elçi dediğin böyle olacak. Ben sevincimden ne yaptığımı şaşırmıştım. Sen benim aklımı başıma getirdin. Oysa şu hediyelere doğru düzgün bir bakmış olsam, bunların senin malın olmadığını hemen anlardım. Senin gibi bir elçinin bu hediyeleri verecek hazinesi elbette olmaz. Bunlar sultanın hazinesindendir. Ben elbette sana da hürmet ederim, teşekkür de ederim. Ama asıl şükredeceğim kimse sultandır. Bundan sonra bir tek onun hazinelerini över, onun cömertliğinden bahsederim.

Gece ve gündüz onun ismini anar, bundan böyle her ihtiyacımı ondan isterim. Gayri bundan sonra, kapıma gelen elime tutuşturulan hangi nimet var ise onu da sultandan bilirim. Çünkü bütün bu ülke, bu dağlar ve bu gökyüzü ve her ikisi arasında olanlar, o cömert sultanındır.


Sonra o elçi, yine başka başka kıymetli hediyeleri alarak bir başka fakir kimsenin kapısını çaldı ve ona da bir önceki adama verdiği gibi sultanın hediyelerini verdi.


O fakir kimse de, tıpkı diğeri gibi, elçinin elini ayağını öptü ve ona türlü türlü övücü sözler söyledi.


Elçi ise, tıpkı bir önceki gibi bu ikinci adamı da uyardı ikaz etti. Bu hediyelerin kendi malı olmadığını, onları sultanın emri ile sultanın hazinesinden alıp getirdiğini söyledi. Ancak o fakir kimse önceki gibi akıllı bir adam değildi. Aklı başına gelmedi ve:


“Sen hangi sultandan bahsediyorsun? Ben kapımı açtım ve seni gördüm. Eğer söylediğin gibi bir sultan olsaydı hediyesini kendi getirirdi.


Ben bu kıymetli şeyleri senin elinde gördüm. Elbette senden başkasını tanımam ve senden başkasına da teşekkür etmem! Hem ben gözümün gördüğüne inanmayacağım da, neye inanacağım. Sultan multan yok!” dedi.


İşte aynen öyle de, bize dallarından çeşit çeşit meyveler uzatılan ağaçlar tıpkı o elçi gibidir. Allah, sonsuz rahmet hazinelerinden türlü türlü leziz nimetleri, onların elleriyle bize gönderir.


İnsanların bir kısmı, o birinci adam gibi, bu hediyeleri asıl göndereni tanır ve şükrünü O’na yapar.


Bir kısmı ise:


“Ben sultan falan görmüyorum! Ben bu ağaçları görüyorum. Bu meyveleri bu ağaçlar yapıyor. Bu bir tabiat olayıdır” der. Ve hikâyedeki o adam gibi, sadece elçileri tanır, elçilere inanır. O nimetlerin gerçek sahibi ve göndericisi olan Allah’ı bilmez, tanımaz ve de inanmaz.

Oysa, bizim Rabbimiz, bu kâinatın sahibi, yaratıcısı ve sultanı olan Allah, sayısız nimeti bizlere türlü türlü sebeplerin elleriyle ikram eder.


O sebeplerden biri olan ağaçlar, tıpkı hikâyedeki elçinin “Sen sultana şükret, sultana övücü sözler söyle. Onun hazinelerini an, onun cömertliğinden bahset. Ona hürmet ve itaat et! Bu kıymetli hediyeleri ben değil ancak o sana verebilir” demesi gibi bizlere şöyle derler:

“Ben bir ağaç dalıyım. Bildiğiniz odunum. Köklerim, karanlık bir toprağın içindedir. Çamurlu bir sudan başka yediğim bir şey yok! Ne aklım var; ne de bir kabiliyetim. Üstelik sizi de tanımam. Ne seversiniz, mideniz, ağzınız nasıldır bilmem. Dallarımda büyüyen bu meyveler size ne fayda verir onu da bilmem.


Tat nedir, koku nedir, renk nedir, şekil nedir, kabuk nedir, öz nedir, çekirdek nedir, vitamin nedir hiçbirinden anlamam. Bunları benim yapmam mümkün değil. Ben sadece bir sebebim.


Siz beni koruyun, gözetin, bana iyi davranın ama gelip bana teşekkür etmeyin!

Bu meyveler, bu kirazlar, narlar, elmalar... Benim yapabileceğim şeyler değil. Bunlar Allah’ın benim ellerimle sizlere uzattığı hediyelerdir. O’na şükredin, O’na teşekkür edin, O’nu övün ve O’nun eşsiz cömertliğini hatırlayıp anın. Sizi böylesine güzel meyvelerle besleyen Rabbinizi, asla unutmayın. Ve gökyüzünde süzülecek bir uçurtmanın, dallarıma takılıp kalması gibi, bana takılıp kalmayın!”

•••

–GENÇ ADAM VE ALLAH kitabından

74 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page