Sana Soran Olmadı!
"Bir insan eğer, ne yapıp ne yapmayacağını kendisine sorması gereken bir yaratıcıya inanıyorsa, bu inancını acilen gözden geçirmeli Çaylak! Acilen gözden geçirmeli..."

Kesinlikle sinir bozucu bir şey! Ama okulda herkesin aynı kıyafeti giyiyor olması, benim gibi kararsızları büyük bir beladan kurtarmıyor da değil... Çünkü tatil sabahları, giyecek dolabının önünde saatler geçiriyorum. En sonunda—toprağı bol olsun—Steve Jobs gibi yapacağım. Filozof’a, bana aynı tişört ve aynı pantolondan on tane almasını söyleyecek ve böylece ömür törpüsü şu iki sorudan, ölene kadar kurtulmuş olacağım:
“Bugün ne giyeyim?”
“Bunun altına şu uyar mı?”
–İnsanlar hayvanlardan farklı ve bu fark bizi onlardan üstün yapıyor ama ayılar gibi sırtımıza doğuştan geçirilmiş tüylü, kalın bir kürkümüz ya da timsahlarınki gibi pullu, sert bir derimiz olsaydı, işler daha kolay olmaz mıydı Filozof?
–Tüylü ve kalın bir kürke sahip olmak için ayı, pullu ve sert bir deriye sahip olmak için de timsah olman gerekirdi Çaylak. Sana kalsaydı hangisini seçerdin?
–Eeee... Bu tişörtü ve bu pantolonu seçerdim!
–Güzel kombin...
–Filozof!
–Efendim?
–Sana kalsaydı, dedin ya...
–Evet.
–Bazen düşünüyorum da, acaba bana kalsaydı, gerçekten hangisini seçerdim? Acaba insan olmayı seçer miydim? Karar veremiyorum...
–“Bir Galapagos kaplumbağası olmayı seçerdim,” demiştin ya...
–Hadi ama Filozof, o işin dalgasıydı. Ben şimdi ciddiyim.
Ben Filozof’a aklıma gelen her soruyu sorabildim. Bundan hiç çekinmedim. Sorularım onu bazen düşündürdü. Bazen kahkahalarla güldürdü. Bazen de kızdırdı. Ama o bana hiçbir zaman, “Saçma sapan şeyler soruyorsun!” ya da “Bu aptalca soru aklına nereden geldi?” gibi bir şey söylemedi. Asla!
–Ben de ciddiyim. Ama doğru bir cevap istiyorsan, doğru bir soru sormalısın.
–Saçma bir soru mu sordum ben şimdi?
–Saçma soru yoktur Çaylak. Ama yanlış soru vardır! Ve yanlış bir soruya, doğru bir cevap veremezsin. Yapılması gereken, sorunun neden yanlış olduğunu ortaya koymaktır. Böylece soru, soru(n) olmaktan çıkar. Bir soru soru(n) olmaktan çıkarsa, hak ettiği cevabı bulmuş sayılır.
–Benim soru(nu)mun nesi yanlış peki?
–İnsan olarak yaratılıp yaratılmamanın sana kalması için, senin zaten sen, yani bir insan olarak yaratılmış olman gerekir!
–Uf! Bunu neden düşünemedim ki ben?
–Henüz kahvaltını yapmadığın için olabilir mi acaba?
–Kesinlikle öyle olmalı.
–Bu sabah yumurtanı nasıl istersin?
–Tabağı salladığımda sarısı titreyenden.
–Harika! Ben de öylesini severim. Yumurtalar tezgahın üzerinde. Tereyağı, dolapta. Tavayı da senin için ocağın üzerine koydum...
–Ne? Hafta sonu kahvaltısı hazırlama sırasının bende olduğundan emin misin?
–Kesinlikle!
–Geçen hafta sonu senin sırandı. Ama dışarıda yedik! O sayılmamalı!
–Hesabı ben ödedim!
–Hofff...
Disiplinli birinin aynı zamanda pamuk gibi şefkatli bir kalbi olması bize pek mümkün görünmez. Peki ama disiplin sahibi biri—hele de müdür falansa—çatık kaşlı, sert mizaçlı ve olabildiğince despot olmak zorunda mıdır?
–Üzgünüm ama senin yumurtalar biraz fazla pişti. Tabağı salladığımda sarılar titremiyor.
–Hiç sorun değil. Seninki ile değiştiririm...
–Bu da bi çözüm tabii...
–Şaka Çaylak, şaka!
Filozof, hayatta tanıdığım en disiplinli insanlardan biriydi. Aynı zamanda, yumuşacık bir kalbi vardı. Ve onu göğsünde başarı ile taşırdı. Disiplinli olmanın, gaddar olmak, eline imkân geçtiğinde başkalarına hükmetmek anlamına gelmediğini, ben ondan görerek öğrendim.
–Ama Filozof biliyor musun? O yanlış bulduğun soruyu ben de defalarca sordum kendi kendime. “Bana neden sorulmadı?” dedim. “Sorulsaydı belki de insan olmak istemeyecektim. Hatta var olmak bile istemeyecektim!” dedim.
–Peki ya şimdi nasıl düşünüyorsun?
–Şimdi bunun çok aptalca old....
–Dur! Bir aptal olduğunu mu düşünüyorsun?
–Hayır!
–Öyleyse düşüncelerin bir aptala ait, yani aptalca düşünceler olamaz. Yanlış olabilirler, mantıksız olabilirler, hatta saçma sapan da olabilirler... Ama aptalca olamazlar. Aptalca olan nedir biliyor musun Çaylak?
–Nedir?
–Yanlış, mantıksız ve hatta saçma sapan olduğunu gördüğün ve anladığın hâlde o düşüncelerden vazgeçmemektir!
–Tamam! Tamam! Bunun aptalca bir düşünce olduğunu düşünmüyorum. Ama yanlış ve mantıksız bir düşünce olduğunu düşünüyorum.
–Neden peki?
–Az önce söylediklerin kafamın içinde bir havai fişek patlamasına sebep oldu. Ve birisine, “Var olmak ister misin?” diye sorulabilmesi için, zaten var edilmiş olması gerektiğini anladım. Yok olan birine, “Var olmak ister misin?” diye sorulamayacağı gibi, var olana da, “Var olmak ister misin?” diye sormanın bir anlamı yok. Neden? Çünkü o zaten var...
–Güzel...
–Peki ama ya insan olmak?
–İnsan olmak ne?
–Bir sürü başka şey olarak var olmak varken insan olarak var olmak! Elbette çok çok çok kıymetli bir şey insan olmak. Ama bir insan, “Ben insan olmak istememiştim. Bana sorulsaydı istemezdim!” diyemez mi?
–Bunu diyebilmek için önce inanıyor olmak lazım.
–Neye?
–Bir Yaratıcıya! Her şeyi, bütün bu evreni, yıldızları ve çiçekleri ve ikisi arasındakileri ve insanı yoktan var eden bir Yaratıcıya!
–Neden?
–Eğer seni yaratan bir yaratıcı olduğuna inanmıyorsan, “Beni neden insan olarak yarattın? Bana sorsaydın belki de insan olmayı istemeyecektim. Belki var olmayı bile istemeyecektim!” demenin bir anlamı olmaz çünkü. Ama çok istiyorsan bu itirazlarını doğaya yapabilirsin!
–Ya da evrene!
–Ya da işte her neye inanıyorsan ona...
–Peki ya diğerleri? Kendilerini yaratan bir yaratıcıya inananlar... Onlar da mı, “Beni neden insan yarattın? Sorsaydın belki de insan olmak istemeyecektim!” diyemezler?
–Bir insan eğer, ne yapıp ne yapmayacağını kendisine sorması gereken bir yaratıcıya inanıyorsa, bu inancını acilen gözden geçirmeli Çaylak! Acilen gözden geçirmeli...
–Bunu bana açıklamalısın!
–Bir an için bazı şeylerin sana sorulduğunu hayal et. Sen yokken sorulması imkân dışı olduğuna göre, yokluktan varlığa çıkarıldığın ilk günlerde soruluyor olsun...
–Doğmadan önce mi yani?
–Doğmadan önce evet... Minicik şekilsiz bir et parçasıyken...
–Niyeyse heyecanlandım birden...
–Bir insanın yaratılışı heyecan verici bir maceradır Çaylak. Çünkü hiçbir ânını hatırlamadığın hâlde, yaşadığından yüzde yüz emin olduğun bir maceradır bu...
–Böyle söyleyince daha da heyecanlı oldu.
–Şimdi bak Çaylak. Beni dikkatlice dinle. Eğer o karanlık ama emin beldede, minicik bir et parçasıyken, sana “Ne istersin?” diye sorulsaydı, ne gören bir göz isterdin, ne koklayan bir burun, ne de işiten bir kulak... Çünkü dışarıda seni bekleyen dünya hakkında hiçbir şey bilmediğin gibi, görmenin, koklamanın ve işitmenin ne olduğundan da haberin yoktu.
–İyi ki bana sorulmamış ha!
–Koşmak için bir çift bacak da istemeyecektin muhtemelen. Sarılmak için kollara ve tutmak için ellere de ihtiyacın olacağını akledemeyecektin asla...
Dudaklar, inci gibi dişler, konuşmak ve hem tad almak için bir dil... Bütün bunları da gereksiz bulacaktın...
–Nerden bileyim, dondurma diye bir şey var şu dünyada?
–Sabahları, ne tarafa tarayacağını bilemediğin için illâ bir kriz çıkardığın o saçları talep etmek de, hayalinin ucundan bile geçmeyecekti...
–En kötüsü de buymuş!
–Bütün bunlar ve çok daha fazlası, en bilgisiz, en kör, en sağır, en dilsiz, en zayıf, en çaresiz olduğun bir zamanda sana, sana hiç sorulmadan verildi Çaylak. Senin fikrin, hiçbiri için alınmadı. Sana sorulsaydı, senin fikrin alınsaydı hangisini isteyebilirdin?
–Dalga mı geçiyorsun Filozof! İyiki bana sorulmamış!
–Bunu şimdi diyebiliyorsun. Çünkü sana hiç sorulmadan, sana verilen bu gözlerinin ne işe yaradığını kendi gözlerinle gördün. Kulaklarının neden verildiğini işiterek öğrendin. Yüzünün ortasında neden bir burun ve göbek deliğinden güzel güzel beslenirken, neden mağara gibi bir ağız yaratıldığını da artık biliyorsun. Oysa dünyaya gelmeden önce,—mümkün olsaydı eğer—“Neden böyle oluyor?” ve “Neden bütün bunlar benim başıma geliyor?” diyecektin.
–Evet... Belki de...
–Öyleyse Çaylak, sorman gereken soru “neden ben, bana sorulmadan insan olarak yaratıldım?” olmamalı. “Neden bir insan olarak yaratıldım?” olmalı.
–İkisi aynı şey değil mi?
–Hayır! Birincisinde hakkımız olmayan bir itiraz var. İkincisinde ise hakkımız olan bir merak... Olması gereken bir merak bu! Çünkü insan, neden insan olduğunu merak etmeli Çaylak. Neden bir kutup ayısı, neden bir solucan olmadığını merak etmeli...