top of page

Sakura Haberleri


JAPONYA’DA birkaç farklı türü ile bol miktarda bulunan kirazgillerden meyvesiz bir ağaç, her bahar, Mart başında—bütün o öteki kiraz ağaçları gibi—tomurcuklanıp çiçeklenir. Japonlar bu ağacın çiçeklerine sakura adını verirler.

Ve sakuraların açtığı Mart ayının ilk günlerinden, dallarda kalan son çiçeklerin de dökülüp gittiği Mayıs sonuna kadar “doğanın ve insanlığın yeniden dirilişi” adına festivaller düzenler, parklarda ve bahçelerde yeni gelinler gibi süslenen ağaçları, ana haber bültenlerinde “haber konusu” ederler.

Spikerler, hava durumu sunar gibi sakura haberleri sunar, hangi bölgelerde hatta parklarda hangi sakuraların açtığını duyurur ve insanlardan ağaçları ziyaret etmelerini, bu muhteşem bahar hediyelerini görmek için kendilerine mutlaka zaman ayırmalarını tembihler.

Yeryüzünün bir kez daha yeniden dirilişine kimse kayıtsız kalmaz.

Okullar, çocukları otobüslere doldurup park ve bahçelerde, bu pembe beyaz güzelliği seyretmek üzere turlar, geziler düzenler.

Her iki yanı sakura ağaçları ile dizili yollarda, gölgelikli patikalarda, uzun yürüyüşlere çıkılır.

İhtiyar Japonlar, en yakın sakura ağacının karşısına geçip, gözlerinde kalan son fer ile, bu muhteşem güzelliği uzun uzun seyrederek, bir sakura ağacının karşısındayken bu dünyadan göçüp gitmenin, hiç de fena bir fikir olmadığına dair türlü düşüncelere dalarlar...

Yaşlı genç demeden—göndereni bilseler de bilmeseler de—bu sevimli bahar hediyelerini ve ba’su ba’del mevtin bütün gözlere görünen müjdeli delillerini, hem kendilerine has bir hürmetle, hem de sevinçle karşılarlar.

Ama aynı vakitlerde, şeksiz ve şüphesiz iman ettikleri Rablerinin, şeksiz ve şüphesiz iman ettikleri âyetlerinden birinde, “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Ölümünün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor. İşte bu, ölüleri dirilten Allah’tır. Onun gücü her şeye yeter.” buyurulan Müslümanların yaşadığı uzak bir ülkede, hiç de böyle bir helecanlı faaliyet görünmezdi.

Oysa bu uzak ülkede de, tıpkı Japonya’daki gibi kiraz ağaçları çiçek açar, bahar mevsimi geldiğinde, ölmüş kurumuş kemikler gibi dallar, düğüne giden genç kızlar, taze gelinler gibi süslenirdi.

Üstelik bu süslü bezekli çiçekler mevsim sonunda, aynı dallarda yakut küpeler gibi tatlı kirazlara da dönüştürülüverirdi!

Badem ağaçları, fıstık ağaçları, elma ağaçları, şeftali ağaçları ve o muhteşem meyveleri ta sonbaharda olgunlaşacak olan nar ağaçları da, çılgın kırmızı çiçekler açardı...

Fakat ne okullar çocukları otobüslere doldurup, çiçek açmış nar ağaçlarını görmeye, kiraz bahçelerini seyretmeye götürürdü, ne de insanlar arasında bahar bahçelerinde “tefekkür gezileri” yapmak, en azından Rablerinin emri olduğu için bu şirin bahar çiçeklerine hiç değilse senede bir kerecik nazar etmek yani dikkatlice bakmak gibi bir çabanın esamesi okunurdu...

Her bahar mevsimi başlangıcında, kapılardan baktıran Mart ayının ve görkemli Nisan’ın ve neşeli Mayıs’ın bütün cuma günleri geçip gider ama milyonlarca insana aynı saatte aynı anda hitap etmek gibi bir imkân bile varken, bu ülkenin camilerinde, bir bahar hutbesi bile işitilmezdi.

Kimse, “Ey Müslümanlar! Ey Allah’ın kulları! Yine bir bahar mevsimi geldi. Allah, kuru dallara gözlerimizin önünde bir kere daha can verdi! Haydi bakın o dallara, o ağaçlara, o neredeyse ölmek üzere olan çalılara! Baksanıza nasıl da yeşillendiler, nasıl da çiçeklendiler! İşte bu Rabbimizin öldükten sonra bizi tekrardan diriltmesine ne güzel bir misaldir!” demez ve burnumuzun dibine kadar hoş kokulu bir çiçeğin rahiyası gibi gelmiş dayanmış bir tefekkür fırsatını, ciddi bir ölüm, yeniden diriliş ve ahirete iman dersiyle beraber bir arada işlemek, din işlerinden mes’ul en yetkili kurumun bile aklına gelivermezdi...

Dünya dinleri hakkında hiçbir bilgisi olmayan birine, birbirinden uzak bu iki ülkenin, çiçek açmış ağaçlar karşısındaki duruşunu gösterip, Rûm Sûresi’nin 50. âyetini okusanız ve “Bu iki ülkenin her biri farklı dinlere mensup. Söyle bakalım, sana okuduğum âyet, hangi ülkenin iman ettiği kutsal kitaptan alınmıştır?” diye sorsanız, hiç ama hiç düşünmeden “Elbette Japonların!” diyecektir. “Baksanıza çoluk çocuk toplanmış, sakura ağaçlarına nasıl da hayretle bakıyorlar!”

Arka bahçede ahirete iman

Japonlardan teknik teknolojik bir takım konularda ders almaktan hiç gocunmam ama nüfusunun hemen hemen tamamına yakınının doğru düzgün bir yaratıcı imanı bile olmayan bir halktan, böyle bir “tefekkür dersi” almak, fena halde ağrıma gitti.

Neden biz yeryüzü âyetlerine bu kadar uzak düştük?

Neden Kur’an bakışlarımızı sürekli Allah’ın kâinatına çevirmemiz için bizi ikaz ettiği halde bunu yapamıyoruz?

Özellikle dinî eğitimin içine Allah’ın kâinatını, yeryüzünün âyetlerini neden katamıyoruz?

Oysa çocuklarımıza görmedikleri Rablerini tanıtmanın en kolay yolu, görebildikleri üzerinden tarif etmek değil miydi?

Dersimiz Amentü adlı kitabımdan aldığım şu bölümü okuduktan sonra buna siz karar verin.

5-A sınıfının uzun zamandır gıcırdamayan yorgun ve köhne kapısından bir ilkbahar neşesi ile giriveren Halis Muhlis, “Hanımefendiler! Beyefendiler! Bugün hava çok güzel! Arka bahçeye çıkıyoruz. Peşimden gelin ama lütfen sessizce...” dedi.

– Safinur, herkes burada mı?

– Evet öğretmenim.

– İdris, Tacettin!?

– Burda!

– Başlayayım o vakit...

– Öğretmenim niye buraya geldik!

– Allah emretti!

– Ha!? Nasıl yani? Allah bugün dersi arka bahçede mi yapın dedi size? Rüyanızda mı?

– Tabii ki hayır Safinur! Ama geçen akşam Rûm Sûresinin 50. âyetini okuyunca, bugün dersi arka bahçede yapmamız gerektiğini düşündüm.

Aslında düşünmekten daha fazlası.. Dersi mutlaka arka bahçede yapmalı ve Rabbimizin Kur’an’da bizlere yani bütün insanlara emrettiği şeyi yerine getirmeliydik.

– Peki ne yapacağız öğretmenim şimdi burda?

– Bakacağız Tacettin!

– Sadece bakacak mıyız?

– Evet ama dikkatlice bakacağız! Nazar edeceğiz.

– Nazar mı? A hahaha! Kimi nazar edeceğiz öğretmenim?

– Kimseyi nazar etmeyeceğiz İdris! Etrafımıza nazar edeceğiz. Allah bize bunu emrediyor.

– Ama nasıl öğretmenim!

– Hanımefendiler! Beyefendiler! Buraya dikkat edin lütfen. Allah, Rûm Suresi’nin 50. âyetinde bizlere şöyle buyuruyor:

“Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyil arda ba’de mevtihâ inne zâlike lemuhyil mevtâ vehüve alâ külli şey’in kadîr...”