Oruç Zamanı

Orucun, hicretin ikinci senesinde, Şaban ayında, farz kılındığını hesaba katarsak eğer, müminler, geçerli bir bahanesi olup da, kullarına kolaylıklar ihsan eyleyen Rabbi Rahim’in kendilerine tanıdığı ruhsatlardan faydalananlar ile nefislerine uyup tembellik edenler hariç, bin dört yüz kırk yıldır, her Ramazan’ı oruçlu geçirirler.
Bu mübarek ay, Allah’ın zamanımızı tayin edelim diye gökyüzüne hem bir gece lambası, hem de bir takvim gibi asıverdiği Kamer’in hallerine göre belirlendiğinden, miladî takvimdeki gibi yerinde çakılı kalan aylara benzemez. Ay, gökyüzünün yüzünde, incecik bembeyaz ışıltılı bir kirpik gibi belirip, hilal olduğunda müjdelenir ve nurdan bir kandil gibi senenin bütün mevsimlerini dolanır. Hepsini tek tek ziyaret edip aydınlatır. Hiçbirinin hatırını yerde bırakmaz. Sanki günler, aylar ve iklimler, “Ey mübarek bize de gel! Bizim vaktimizi de bereketlendir!” der gibi, Ramazan’ın kendilerine tesadüf etmesini beklerler. Beklerler ve bu şerefli mübarek misafir teşrif eylediğinde, “Ramazan geldi mi, zamana başka bir isim verilmez” diyerek, kendi isimlerini bir kenara bırakıp, artık onun ismi ile anılır ve biz bilsek de bilmesek de, bundan nihayetsiz said ve şerefyâb olurlar…
(2 Ramazan 1441)