top of page

Ölmez Ağaç



ARAMIZDA bir dargınlık, bir kırgınlık yok. Kavga dövüş de etmedik çok şükür. Ne ben sizin kafanızı gözünüzü yardım, ne siz beni taşa tuttunuz. Ne kaba bir söz çıktı ağzımdan size karşı, ne siz bana saydırdınız...

Küslük falan, haşa! Ne münasebet! Gül gibi geçinip gidiyoruz. Bakın, oturmuşum on dokuzuncu kitabı yazıyorum. Niçin? Sırf siz seviyorsunuz diye!

Fakat yine de size bir “zeytin dalı” uzatacağım!

Zeytin dalı evet! Gümüş gümüş ışıldayan narin ve temiz yaprakları ile bir zeytin dalı...

Tutuverin o zeytin dalının ucundan ve gelin benimle. Bir zeytin bahçesine gidelim. Oradaki en yaşlı zeytin ağacını bulup, sırtımızı ona dayayalım ve ılık gölgeliğinde bir süre oturalım.

Belki Homeros gibi uyuklayıveririz dibinde.

Ve ihtiyar zeytin ağacı, köhne bir lahit içinde sahibini yarı yolda bırakmış geçememiş öteye, eski küflü altınlara benzeyen mısralar fısıldar kulağımıza bizim de: “HERKESE AİTİM VE HİÇ KİMSEYE AİT DEĞİLİM. SİZ GELMEDEN ÖNCE DE BURADAYDIM, SİZ GİTTİKTEN SONRA DA BURADA OLACAĞIM...”

– Işşt! Işşt! Beni bak!

– Bismillahirrahmanirrahim! Kim konuştu?

– Sana deyom! Çakma Omeros!

– Ama bu ihtiyar bir zeytin ağacı!

– İtiyaa senin anandı!

– Pek yaşlı görünüyorsunuz, yalan mı?

– Daa iki yüz elli yaşımdayım ben!

– Yuhunuz!

– Zeytin aaçları kaç sene yaşaa biliyon mu sen?

– Kaç sene?

– Yangın yakmese, balta kesmese, gurtlaa yimese iç ölmeyiz biz be ya! “Ölmez aacı” delee bize!

– Ne diyorsunuz? Ciddi misiniz?

– Ama birakmeyola! Şorda bi inşaatçı va! Goca gafalı bi erif. O deyo. Geçen gelmiş tarlaa saabina deyo. Sana deyo, şu kada para verem deyo, bana deyo, sat bu zeytinlii deyo!

– Ne yapacakmış?

– Gafasını sokcek bi ev yapcaamış. Adamın öyle gucuman gafası vaa ki, iç bi yere siğmeyo!

– Tarla sahibi ne cevap verdi peki? Satıyor mu zeytinliği?

– Çık!

– Oh iyi!

– Otele vecem, otel daa çok para vereyo deyo!

– Yapma ya?

– Eeee netcen işte insanoğlu naankör...

– Ama otel önemli! Turizm, bacasız fabrika!

– Biz neyiz? Biz neyiz? Asıl fabrike biziz be ya! Zeytin fabrikesi diye yaratıpduruveemiş Rabbım bizi! Zeytin fabrikesi!

– Ya tamam da şimdi şöyle baktığında...

– Sen al bakem topraa eline!

Al! Al! Acık da ıslat bakem. Youruve şöle. Evirive çevirive... Yuvarlacık yuvarlacık edive! Yap bakem bi zeytin daanesi de, görem ben seni!

– E nasıl yapayım canım, kimse yapamaz!

– Götürüve, prefüsürlere götürüvee! Onlar yapsınla bakem!

– Yok öyle profesör nerde şimdi, doğruya doğru.

– Beni bak, şu tepenin en ucusunda benim bi akrabem varıdı. Tam beş yüz yaşındaydı. Oduncula geldi bi günüsünü, kesti götürdülee onu.

– Hiiii!

– Yaa... Guşla bile ağladı argasından.

– Bak ben de ağlayacağım şimdi ha?

– Sen şimdik iiiiç ağlame boşluk yere?

– Ne zaman ağlayayım peki?

– Son zeytin aacı kesilipduruvediinde, dabaktaki son zeytin daanesi için, gaadeş gaadeşi tepelediiinde, aalasın.

– Hışşş! Allah’ım! Ne kötü bi kâbustu bu böyle!

Ağaçların efendisi

Nuh Peygamber’in gemisi, karanlık suların, dağlar gibi dalgaların üzerinde, sağ salim ve selametle günler, haftalar ve aylar geçirdikten sonra nihayet Cudi Dağı’na oturdu.

Tufan dinmiş, dalgalar durulmuştu. Koyu gri bulutlar sıyrılmış ve gök kubbe bütün ışıltısıyla mavi mavi gülümserken, Allah’ın sıcak sarı lambası, yeryüzünü yeniden ısıtıp aydınlatmaya başlamıştı...

Derler ki, o sırada gemiden bir güvercin uçmuş. Uçmuş ve ağzında bir zeytin dalı ile geri gelmiş. İşte o zeytin dalı, suların çekilmeye başladığına dair, bir müjdeymiş...

Meyveleri bir elma, bir armut ya da şeftali gibi dalından toplanır toplanmaz yenmediği halde, zeytin ağaçlarının on binlerce yıldır insanlar için bütün o öteki ağaçlardan daha önemli bir yeri vardır.

Çünkü onun o muhteşem meyvesinden çıkarılan yağ, zeytinyağı, asırlarca insanların gecelerini aydınlatan kandillerin biricik yakıtı oldu. Evler, mabetler, saraylar hep zeytinyağının yakıldığı lambalarla aydınlatıldı.

Zeytinyağı, gaz yağı gibi sadece bir yakıt değildi elbette. O aynı zamanda son derece sağlıklı bir besindi. Bugün belki kimse evini ocağını zeytinyağı kandilleri ile aydınlatmıyor ama o hâlâ sofralarımızın,—Homeros’un dediği gibi dersek—“sıvı altını” olmaya devam ediyor. Dünya ve zeytin ağaçları var oldukça da, kimse onu tahtından indiremeyecek.

Onunla yapılan yemekler, (benim favorim zeytinyağlı yaprak dolmasıdır) hem daha sağlıklı hem de çok daha lezzetlidir.