top of page

Irkçılık ve Tersine Irkçılık



Filozof, hayatının büyük bir bölümünü ırkçılığın her türlüsü ile kavga ederek geçirmişti.Ve buna neden Almanca bir isim verdiğini öğrendiğimde, hem cahilliğime gülmüş, hem de onun keskin mizah anlayışına bir kez daha hayran olmuştum.

–İşte bu da benim için Meın Kampf Çaylak!

–Ne?

–Kavgam yani...

–Filozof?

–Efendim.

–İnsanların kendi ırklarını ve milletlerini sevmeleri, neden seni bu kadar rahatsız ediyor?

Filozof, yüzüme uzun uzun baktı. Böyle durumlarda genellikle sağlam bir soru sorduğum için beni tebrik ederdi. Çünkü o, soru sorabilmenin son derece kırılgan bir cesaret işi olduğunu ve korunması gerektiğini savunurdu. Soru sorabilme cesareti önemliydi! Sorular önemliydi! Hatta bazen cevaplardan bile ...

Bana her zaman, “Eğer en küçük bir açlık dahi hissetmiyorsan, önüne koyduğum yemeğin ne kadar lezzetli ya da besleyici olduğunun senin için hiçbir önemi olmaz Çaylak!” derdi.

Merak etmek ve soru sormak, öğrenme açlığını hissetmekle ilgiliydi. O açlığı hissedemiyorsam, Filozof’un anlatacaklarının, benim için ne önemi, ne de anlamı kalırdı.

Zihnimin ergen budalalıkları ile darmadağınık olduğu zamanlarda bile Filozof beni, üzerime çöreklenen kara bulutların arasından çeker alır ve “Yaptığım hiçbir şeyi yapmak istemediğim için, hiçbir şey yapmak istemiyorum!” dediğim günlerde bile, o kutsal açlığı hissetmem için elinden geleni yapardı.

Kızarmış köfte kokusunun, en tok zamanlarımda bile, bana; “Aslında o kadar da tok değilim. Hatta biraz aç bile sayılırım” dedirtmesi gibi, Filozof konuşmaya başladı mı, ben de onu büyük bir iştahla dinlemeye başlardım...

–Hımm...

–Ne oldu? Güzel soru sordum değil mi?

–Evet ama beni düşündüren senin güzel bir soru sormuş olman değil.

–Ne peki?

–Bunu düşünememiş olmak!

–Haklıyım, değil mi?

–Hayır! Yani evet! Yani hem evet hem de hayır! Sana bu ayrımı en başta anlatmam gerekiyordu aslında... Bunu nasıl düşünemediğimi düşünüyorum.

–Hangi ayrımı?

–ırkçılık ve tersine ırkçılık arasındaki ayrımı...

–Tersine ırkçılık mı? Öylesi de mi var bu işin? Ne büyük bir belaymış he?

–Bak Çaylak, ben ırkçılığın, her türlüsü ile kavgalıyım! Bu yüzden, hiçbir zaman, kendi milletimi ve kendi ırkımı aşağılamadım! Çünkü bu da bir tür milliyetçilik ve ırkçılıktır! Üstelik aşağılılıkta diğerlerinden aşağı kalmayacak iğrençlikte ama tersine bir ırkçılıktır!

–Ben daha bu işin düzünü anlamadım şimdi de tersi çıktı başıma.

–İnsan başka milletleri ve ırkları hakîr göremeyeceği gibi kendi milletine de bunu yapamaz Çaylak! Eğer birinden, “Bizim milletten bir şey olmaz! Bizim millet pistir, tembeldir, felsefeye, bilime kafası çalışmaz, teknolojiden anlamaz, biz adam olmayız, dünyanın en aç milleti biziz, biz berbat ötesiyiz, dünyanın yüz karası bir milletiz, keşke başka bir milletten olsaydım...” gibi bir şey duyarsan, ağzına bi tane çakabilirsin!

–Ciddi misin? Çakmak benim işim!

–Saçmalama Çaylak! Onu lafın gelişi öyle söyledim ben!

–Valla bi kere söyledin!

–Çaylaaaaaak!

–Tamam ya şaka yapıyordum ama fena fikir de değil şimdi.

–Hiçbir zaman keşke, şu ırktan olacağıma Anglosakson ve Teksaslı bir Amerikan vatandaşı olaydım demedim. Asla, bir Germen olsaydım diye de iç geçirmedim. Benim damarlarımda taşıdığım biraz Kafkas, biraz Türk, biraz daha kimbilir ne ve Arh(+) kandan bir şikayetim yok. Bu benim kaderim ve ondan razıyım!

Nasıl ben, ben olmaktan memnunsam, beni bir ben yapan genetik özelliklerimden de öyle memnunum ve razıyım.

Yaşadığım coğrafya da kaderim benim. Ondan da memnunum ve ondan da razıyım.

Bir ucundan ta öteki ucuna kadar da bu ülkeyi seviyorum. Bu ülkenin insanlarını da seviyorum. Bu ülkenin tarihini de seviyorum!

Mâzîlerin tozlu kitabelerine, ışıldayan kılıçları ile destanlar yazan insanların vatanı burası.

Cihangir Asya ordularının, alnı akıtmalı atlar üzerinde, diriltici bir kasırga gibi esip geçtiği topraklar...

Türkün, Kürdün, Arabın, Arnavutun, Kafkasyaların, Tatarların, bereketli Tuna boylarında yetişmiş gürbüz ve zeki delikanlıların, Mağrip ülkelerinin kara yağız gençlerinin, Şam’ın, Bağdat’ın, Kudüs’ün, Kahire’nin beşiklerinde büyümüş insanların hep bir arada, omuz omuza, bir yanda ülkeler feth ederken, bir yanda, kubbe kubbe, köprü köprü inşa edilen bir medeniyetin temelleri bu topraklarda Çaylak!

Ancak şunu hiçbir zaman unutma! Tarihin parlak hatıraları ve dedelerimizin arkalarında bıraktıkları bu parlak izlerle kuru kuruya övünmek bir işe yarayacak olsaydı, sümüklüböceklerin, arkalarında bıraktıkları yaldızlı izlerden sebep, kanat takıp uçmaları gerekirdi!

–Vay be! Sağlam laf ettin Filozof!

–Asırlardır pek çok kavmin, farklı milletlerin, kadîm ırkların, türlü türlü kültürlerin gelip geçtiği, tanışıp kaynaştığı eş, dost, akraba, kardeş, sevgili olduğu bir coğrafya burası Çaylak.

Benim sevmediğim, benim kavgalı olduğum, benim nefret ettiğim şey; böyle bir coğrafyaya en son yakışacak şey: Irkçılık davası gütmek ve kendi milletine olan ölçüsüz ve aslında sahtekâr bir muhabbet ile öteki milletleri, hor ve hakir görüp aşağılamak!

İşte sen şu ikisi arasındaki farkı iyi bilmelisin Çaylak:

Benim milletim iyidir demek başka bir şeydir; sadece benim milletim iyidir demek, çok başka bir şeydir!

–Şimdi anladım!

–O zaman şu çayları tazele.

–Tamam ama acıktım ben ve sakın akşama yine humus var deme!

–Mandalinalı yer elması yapıyorum. Yanında da portakallı ördek!

–Vallaha mı?

–Hayır tabi ki! iç yağlı ve mısır unlu karalahana yiyeceksin!

–Ekmek banabiliyor muyuz peki?



ÇAYLAK İLE FİLOZOF 3'ten

154 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page