Çocuklara tevhidî bir nazarla bakmayı öğretmemiz gerek

YENİ ŞAFAK KİTAP EKİ / Röportaj: Zeynep Tuba Kesimli
Yazar Özkan Öze’ye çocuk edebiyatı ile ilgili sorularımızı yönelttik. Öze, “Çocuklar için dini eğitimin yolu; okullar, camiler, Kur’an kursları kadar çiçek açmış kiraz bahçelerinden, papatyalarla kaplı tepelerden, karınca yuvalarından da geçiyor.” diyor.
Kitaplarınızda okuyucuyu sıklıkla tevhidi bir bakışla yeryüzüne bakmaya, onu görüp duymaya yönlendiriyorsunuz. Çocuklara yeryüzünü anlatmanın önemi nedir?
Bu sorunun cevabını, Richard Louv’ın muhteşem kitabı Doğadaki Son Çocuk’tan tek cümlelik bir iktibas ile verebilirim: “Yaratılandan uzaklaştıkça yaratandan da uzaklaşırız!” Louv’ın, bir hahamdan işittiğini söyleyerek kitabında yer verdiği bu sarsıcı ifade, aslında tek başına, yazarlık çabamın neredeyse tamamını teksif ettiğim imani konuları; çocuklara, geç kalınmamış bir zamanda, üstelik onların akıl ve kalplerine aynı anda hitap edebilen bir dil ile anlatma hedefime, neden “yeryüzü ayetleri” üzerinden ulaşmaya çabaladığımı o kadar güzel özetliyor ki başka bir şey söylememe gerek bırakmıyor. Ancak sorunuza çok daha isabetli bir cevap verebilmek adına ifadeyi, mantığını korumak sureti ile tersinden de söylememiz gerekebilir: “Yaratılana yaklaştıkça yaratana da yaklaşırız.” İman ettiğim kitap bana yıldızlara, çiçeklere ve ikisi arasındakilere çok dikkatli bakmamı emrediyor. Bu yüzden, “Bu işler, çiçek böcek anlatmakla olmaz!” diyenleri artık dikkate almıyorum. Israrla ve inatla üstelik büyük bir inançla her bulduğum fırsatta şunu söylüyorum: Çocuklar için dini eğitimin yolu; okullar, camiler, Kur’an kursları vs. kadar çiçek açmış kiraz bahçelerinden, altın kalpli papatyalarla kaplı dağ tepe eteklerinden, karınca patikalarından, ılık gölgelikli vadilerden geçiyor. Aklınızı başınıza alın! Allah’ı çocuklarımıza esma ve sıfatları ile tanıtabilmek için “rahmet eserlerine nazar etmemiz” ve çocuklara, kâinata, tevhidi bir nazar ile bakabilecek bir göz/gönül terbiyesi verebilmemiz gerek.
NİCELİK ARTTIYSA NİTELİK DE ARTMIŞ OLMALI
Çocuk edebiyatı alanında basılan kitap sayısında ciddi bir artış var. Sizce bu nitelikli bir gelişim mi?
Çocuk kitaplarının sayıca çoğalması, çeşitliliğin baş döndürücü bir hâle gelmesi pekâlâ şu meşhur klişe ile yorumlanabilir: “Nitelik arttı ama nicelik azaldı!” Üstelik bu iddia, itiraz bile edilemeyecek örneklerle desteklenebilir. Ama ben meseleye bu açıdan bakmıyorum. Bana göre nicelik arttıysa mutlaka bir yerlerde nitelik de artmış olmalı! Diyelim ki yayınlanan her on kitaptan sadece bir tanesi çocuklar için gerçek anlamda kıymetli. Eğer yüz kitap yayınlandıysa, raflarda on kıymetli kitap var demektir. Bin kitap yayınlandıysa, yüz! Hesap ortada ama soru(n) da ortada! “Peki ama nerede bu çok kıymetli, fevkalade faideli yüz kitap?” İşte bize nicelik arttığında niteliğin azaldığını düşündüren şey, aslında her zaman az olan iyi kitaplarla aramıza giren kötü kitap sayısının da doğal olarak -üstelik çok daha fazla oranda- artmış olmasıdır. Nicelik arttı evet. Her ay yayınlanan yeni kitapların sayısını parmak hesabı ile tutmak -çoraplarınızı çıkarma zahmetini göze almış olsanız bile- artık mümkün değil. Tam da bu yüzden, anne baba ve eğitimcilerin sızlanmayı bırakıp raflarda keşfedilmeyi bekleyen nitelikli kitapları bulmak için biraz çaba sarf etmeleri, çocuklarına/öğrencilerine kitap seçerken belirledikleri kriterleri gözden geçirmeleri gerekiyor. Delikleri sağlam kriterlerle açılmış bir süzgeç, pekâlâ bu baş döndüren ve kafa karıştıran nicelik içinden, nitelikli olanı yakalayacaktır. Peki sağlam kriterler neler olmalı? Elbette bu herkesin meşrebine, hayat görüşüne, inancına ya da inançsızlığına, bir kitaptan beklentisine, bir metni değerlendirme kapasitesine ama en önemlisi de kitabın muhatabı olacak okura göre belirlemesi gereken bir şeydir. Burada “Çocuğuma kitap seçerken kriterlerim neler olmalı?” gibi bir soruya cevap vermek istemiyorum. Ancak “Neler olmamalı?” sorusu için okkalı bir cevap yapıştırmak ve birilerinin sinirlerini zıplatmak istiyorum: Sosyal medyada popüler olmak ve zibilyon tane takipçisi bulunmak olmamalı!
“İbn Tufeyl ile Akıl Adasında Bir Başına” isimli kitabınız İbn Tufeyl’in, Hayy bin Yakzan’ı yazmadan önce aklından ve kalbinden geçenlere dair kurgusal bir hikâye içeriyor. Benlik, insan olmanın farkındalığı, ırk, millet gibi kavramları ele alan çocuklar için felsefe kitapları da yazdınız. Bu eserinizde Hayy bin Yakzan üzerinden kurgusal bir metin kaleme almanızın sebebini öğrenebilir miyiz?
Sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi okurlarımla bir süredir bu tarz yolculuklara çıkıyorum. Yaşadığımız bütün problemlerin altında varoluşsal birtakım sorunlar, arayışlar ama bulamayışlar yatıyor. Bu yüzden son yıllarda üzerinde çalıştığım kitaplar, tam zamanında yani ilk gençlik çağlarının başlarında bu varoluşsal anlam arayışları ile -adını koyabilsin ya da koyamasın- boğuşan okurlarım için, karanlık ormanlarda yolunu kaybedeyazmış birinin önüne aniden çıkan ferah, ışıklı bir alan gibi rahatlatıcı bir fonksiyon icra etsin istiyorum. Uğurböceği Yayınları raflarında yer alan Çaylak ile Filozof bu amaçla yazıldı. Filozof, Çaylak’a, üstüne basa basa “Bu yıldızların altında senden bir tane daha yok!” derken onu kendi benliğini tanıyabileceği bir yolculuğa davet ediyordu. İbn Tufeyl ile Akıl Adasında Bir Başına kitabı ise Ketebe Yayınları ile çıktığımız çocuklar için düşünce yolculuğunun ilk durağı. Hepimizin Hayy bin Yakzan romanı ile tanıdığı, aslında tanıdığı dememek lazım ismini duyduğu İbn Tufeyl’in bu acayip eseri yazmadan önce aklından ve kalbinden geçenlere dair kurgusal bir hikâye. Kurgusal olmak zorunda çünkü neler olup bittiğini nereden bileceğiz? Ancak tahmin edebiliriz. Ben de böyle yaptım. Hayal ettim. Hayy gibi bir kitabı yazmak bir insanın aklına nasıl ve neden gelir sorusundan yola çıktım. Anlattığım şeyler kurgu, uydurma ya da hayal ürünü. Ancak kim gerçek olamayacağını söyleyebilir ki?
“İbn Tufeyl ile Akıl Adasında Bir Başına kitabı, Ketebe Yayınları ile çıktığımız çocuklar için düşünce yolculuğunun ilk durağı,” dediniz. İslam düşünürlerinin fikirlerinden hareketle yazılmış bir dizi mi olacak?
Evet. Bu dizinin çıkış noktası İslam medeniyetinin büyük düşünürlerini klasik bir biyografi kalıbı içinde değil de hayatlarının omurgasını teşkil eden fikirleri ile çocuklara tanıtmak. Mesela İmam-ı Gazzâlî’yi konu edineceğimiz kitap onun “nedensellik” konusundaki fikirleri etrafında kurgulanacak ve bu hiç kolay olmayacak. Zaten hiçbir zaman kolay olmadı! Pek çok kitabımda olduğu gibi bu dizinin kitapları da 9+ olarak sınıflandırıldı. Ancak kitabın asıl muhatabının buna göre değil ilgi, merak ve algı seviyesine göre belirlenmesinin daha isabetli olacağını düşünüyorum. Bu arada İbn Tufeyl ile Akıl Adasında Bir Başına kitabının, Narges Hashemy tarafından yapılan çizimleri, benim kitapta oluşturmaya çalıştığım atmosfere çok uygun düştü. Yetişkinler ve gençler, “Resimli kitap çocuk kitabıdır” algısını bir kenara bırakıp çıktığımız bu ilginç yolculukta bize katılmalılar bence.
Pek çok okurunuz sizi “zor konuları çocuklara ustalıkla ve eğlenceli bir dille anlatan yazar” olarak tanımlıyor. Bu size ne hissettiriyor? İbn Tufeyl gibi “Neden bu zor soruları sorup başıma iş açıyorum?” dediğiniz oluyor mu?
Çocuklar için “kadere iman” konulu bir kitap yazdım. Çocuklar için “ırkçılık” konusunu ele alan bir kitap yazdım. Çocuklar için “sümüklü böceklerle ilgili” bir kitap da yazdım. Hiçbiri kolay olmadı. Ve bana göre bütün bu konular zor konulardı. İnsan yazının başına oturduğunda, kendisine “kalemle yazmayı” öğretene minnet duymalı ve bu büyük nimete saygılı olmalı. Benim bu saygıyı gösterme biçimim, onu ciddiye almak! Her ne yazıyor olursam olayım, yazı ciddiye alınması gereken bir iştir. Ve asla kolay olmaması gereken bir iş… Acaba İbn Tufeyl gerçekten kendisine böyle bir soru sordu mu? Belki de hiç böyle bir derdi olmadı. Bunu bilemem. Ancak ben zaman zaman, “Neden kendime bunu yapıyorum?” sorusunu soruyorum. Pekâlâ çocuklar için yaramaz sincap masalları yazabilirim. Küçümsediğim için söylemiyorum sakın yanlış anlaşılmasın. Birilerinin böyle şeyler yazması gerek. Ama okurum (okurum derken sadece çocukları kastetmiyorum) benden bunu beklemiyor ve istemiyor. Ben de “Madem insana hayatı dar eden şu yazarlık işine bulaştım, o zaman buna değecek şeyler yazmalıyım!” diyorum. Okurlarımın hayatına değecek şeyler… Kitaplarımı okurken harcadıkları hayata değecek, dokunacak, temas edecek, anlam katacak, mümkünse iyileştirecek… Hiç değilse, kelimelerimle… Çünkü başka türlüsü elimden gelmiyor. Bu yüzden Allah’a, hepimize iyi gelecek kelimeler için yalvarıyorum…