Bir Toz Böceği Olmak ya da Olmamak...
Güncelleme tarihi: 27 Nis 2020

HİÇ KİMSE bir sabah uyandığında Gregory Samsa gibi kendini yatağında kocaman kabuklu bir böcek olarak bulmaz. Ama herkes, yaşayış itibarı ile, hiç ama hiç farkında bile olmadan, minik bir toz böceğine dönüşebilir...
Uzun süredir kimselerin alıp okumadığı, el sürüp tozunu silmediği, kütüphanelerin, kitap raflarının, yahut sahaf dükkanlarının kıyısında köşesinde öylece kalıvermiş, küf, rutubet, naftalin, talihli ise kurumuş çiçek ya da lavanta da kokabilen eski kitapların içinde, minnacık minnacık bir takım tuhaf böcekler yaşar.
Bunlar imla işaretlerinden bile kat kat küçük, haşarat kabilinden canlılardır ki, eğer hareket etmeselerdi, zihayat bir mahlûk olduklarını dahi kimse farkedemezdi.
Ancak bir satırdan ötekine, bir mısradan diğerine, bir harften başka bir harfe, sürekli bir koşuşturma halinde oldukları için hemen görülüverirler...
Bunların bütün dünyaları, bütün âlemleri, bütün kâinatları, o içinde yaşadıkları kitaptan ibarettir. Yeryüzü o kitabın bir sayfası, gökyüzü ise başka bir sayfasıdır.
Ve eğer onlardan biri ile konuşabilmek, imkân kabilinden olsa idi, ilk ne sorardım biliyor musunuz?
“Farkında mısınız?” derdim. “Bir kitabın içinde yaşadığınızın, farkında mısınız?
– Kitap mı?
– Kitap evet!
– Ne kitabı ya?
– E canım işte bu bir kitap, koşturup duruyorsunuz ya içinde! Bak mesela az önce bir çiçek kelimesinin üzerinden geçtin!
– Bir çiçeğe mi bastım yani?
– Tam olarak öyle sayılmaz. Daha doğrusu bir çiçek kelimesinin...
– Kelime mi?
– Kelime evet, bütün bu satırlar cümlelerle dolu. Cümleler kelimelerden ve kelimeler de harflerden meydana geliyor. Bak şu eğri büğrü siyah lekeler hepsi birer harf...
– Eee N’olmuş yani?
– Bütün bunların bir anlamı var! Bir harf asla orada bir harf olsun diye yazılmaz!
– Bunun beni ilgilendirdiğini düşünmüyorum.
– Bence sen hiçbir şeyi düşünmüyorsun! Bütün hayatın bu kitabın içinde geçiyor ama onun bir kitap olduğundan bile haberin yok!
Bu cümleler, bu kelimeler ve harfler, ne anlatmak için böyle yanyana alt alta sıralanmış, bir kez olsun düşünmen gerekmez miydi? Oysa sen burada yaşıyorsun! Ve burası senin evin! Gündüz ve gece, bahar ve kış...
– Bak dostum ben yürürüm tamam mı? Bazen de koşarım. Bu bir yolculuktur ve bir gün yolculuk biter. Durup böyle şeyleri düşünecek vaktim yok benim. Kitap falan umrumda bile değil..
– Peki bu kitabı kimin yazdığını da mı merak etmiyorsun? Ya da neden yazdığını?
– Birinin yazması mı gerekiyor?
– Hem de her bir harfine kadar, tek bir harfine kadar onu birinin yazması gerekiyor!
– Kendi kendine olmuş olamaz mı yani?
– Yani bir zamanlar yoktu ama sonra kendi kendine oldu mu diyorsun?
– Neden olmasın?
– Kendi olmayan bir şey, kendi kendine olabilir mi sence?
– Ha?
...
...
Tamam tamam! Burada kesiyorum. Yoksa bu toz böceği ile sayfalar dolusu konuşabilirdim ama onunla değil, sizlerle konuşmam gerektiğinin farkındayım.
Hem maksat da hasıl oldu sanırım. Farketmenizi istediğim şeyi; kitapların arasında yaşayan o toz böcekleri ile aramızdaki benzerliği; bizlerin de tıpkı onlar gibi, adeta bir kitabın sayfaları arasında yaşıyor olduğumuzu çoktan farketmiş olmalısınız! Koskocaman bir kitap hem de!
Satırları, cümle ve kelimeleri atomlardan, hücrelerden, çiçek tozlarından, bal peteklerinden, yapraklardan, buğday tanelerinden, incirden, zeytinden ve kuş tüylerinden, türlü bezekli böceklerden, kelebek kanatlarından, minnacık karıncalardan, tohumdan, yumurtadan ve emin yerlerde döllenmiş hücrelerden, balık pullarından, istiridye kabuklarından, inci ve mercandan, samur kürklerden, keskin dişlerden, gaga ve pençelerden, gören gözden, işiten kulaktan, ıhlamur ve kekik kokan meltemlerden, şekil şekil bulutlardan, yağmur ve kar tanelerinden, tuzdan, şekerden, çölün kumlarından, sahile vuran dalgalardan ve sıra dağlardan ve gece sayfası açıldığında, üzerinde yıldızlardan harflerin, galaksilerden cümle ve paragrafların ışıl ışıl yanıp söndüğü bir kitap! Kitab-ı kebir-i kâinat!
Hiçbirimiz böyle muhteşem bir kitabın içinde, ömürleri bir sayfadan bir sayfaya, bir satırdan bir satıra, bir harften bir ötekine gezinip durmakla geçen ama içinde yaşadıkları kitabın ne kendisine, ne de onu yazana dair hiçbir şey bil(e)meden yaşayıp ölen, o küçük toz böcekleri gibi olmayı istemeyiz değil mi?
İstemeyiz evet! Ama kendimiz için istemediğimiz şeyi çocuklarımıza reva gördüğümüzün de farkında değiliz...
Birkaç sene önce bir okula imza ve muhabbet daveti üzerine gitmiştim. Çocuklarla oradan buradan konuşurken, “En son ne zaman bir ağaca dokundunuz?” diye sordum.
Kimse altı aydan önce cevap veremedi.
“En son ne zaman yıldızlara baktınız?” dedim; yine bir cevap alamadım.
“En son ne zaman bir bulutu koyunlara benzettiniz?”
“En son ne zaman gerçek bir koyunun yumuşacık tüylerine ellerinizi daldırdınız?”
“En son ne zaman bir ağaca çıktınız?”
“En son ne zaman bir ağaca çıkıp dalından dut yediniz, kiraz topladınız?”
“En son ne zaman bir uğurböceğini parmağınızın ucundan tekerlemelerle uçuruverdiniz?”
“En son ne zaman birinizi arı soktu?”
“En son ne zaman bir kuş yuvası gördünüz?”
“En son ne zaman bir civcivin bir yumurtadan çıktığını gördünüz? Daha doğrusu, böyle bir şeyi gören var mı aranızda?”