top of page

Attaların Mantar Bahçeleri



Çizim: Sevgi İçigen


EĞER pamuklara sarıp sarmaladığınız üç beş fasulyenin gözlerinizin önünde filizlenip büyümesinden başka bir “ziraat” çabanız olmadıysa, yani bir şeyler ekip biçmediyseniz, bunun ne kadar büyüleyici bir tecrübe olduğunu anlayamazsınız.

Hayır! Hayır! Minik fasulye tanelerinin, o pamuk yatağın içinde mışıl mışıl uyurken, bir tatlı sabah uyanıvermesi ve çatlayıp incecik fasulye filizlerine dönüşmesini küçümsüyor değilim. Yeryüzünde hiçbir tohum yoktur ki, açılıp bir filizcik olsun da, bu iş, olağanüstü ve mucizevî bir iş olmasın! Asla!

Eğer elimde olsaydı hepinizin hiç değilse hayatınızda bir kere, koca bir tarlanın sürülüp ekilmesine, sonra zamanı geldiğinde hasat edilmesine şahit olmanızı sağlardım.

Dahası, bir yaz tatili boyunca buğday tarlalarında, pamuk tarlalarında, üzüm bağlarında, elma ve fındık bahçelerinde, zeytinliklerde, kavun karpuz bostanlarında çalıştırırdım sizi evet!

Belki kavurucu sam yeli, ensenizdeki deriyi sıyırıp alacakmış gibi estiğinde, ağzıma kürekle vuracak kadar benden nefret ederdiniz ama hayatınızın kalan kısmında da, beni hep sevgiyle anardınız...

Kupkuru topraktan göğermiş incecik çubukların ucuna itina ile tane tane dizilmiş üzüm salkımlarındaki o ballı sulu şeker torbacıklarının, nasıl milim milim olgunlaştırıldığını görmenizi sağladığım için...

Dallarında alasulu şeftaliler sarkan o alçacık ağaçlardan, dünyanın en güzel, en tatlı, en şirin nimetlerinden birinin, nasıl da “Alınız afiyetle yeyiniz!” dercesine uzatıldığına şahit olmanıza sebep olduğum için...

Sıcak sarı buğday başaklarını okşadığınızda, her biri bir minicik ekmeğe benzeyen buğday tanelerini hissetmenin, insana verdiği hoşluğu yaşattığım için bana dua ederdiniz ve hayatınızın kalan kısmında bunları anlatır; Allah’ın yeryüzünde gözlerimizin ta içine sokarcasına bizlere gösterdiği onlarca mucizeyi görebilmenin mutluluğunu da, ömür boyu unutamazdınız...

Bir fırsatını bulursanız, acık bırakın şu televizyonu, telefonu, tableti ıvırı zıvırı. Bağ ve bahçelerde, mis kokulu tarlalarda, altında kör yılanların uyukladığı (Bi’şeycik yapmaz korkmayın!) fındık köklerinin ılık gölgeliklerinde gezinin...

Bir şeyler ekin, milim milim büyümesine şahit olun ektiğiniz ekinlerin...

Toprağı ekip biçmek, Âdem babamızdan beri yapageldiğimiz bir iş. Ve eğer ilerleyen yıllarda sabah kahvaltımızı ya da öğle yemeğimizi bir takım şekilsiz iri haplar ya da tatsız şuruplar içerek yapmak istemiyorsak, buna devam etmeliyiz.

Ekip biçmek en eski işimizdir bizim; Allah’ın yeryüzüne gizlediği baldan tatlı hazinelerini ortaya çıkarmanın da en güzel yoludur...

Ama zannetmeyin ki yeryüzünde insanlardan başka çiftçilik yapan, ziraat işleri ile uğraşan başka bir canlı yok!

İşin doğrusu ben de bu kitap için çalışmalara başlamadan önce öyle sanıyordum. Çiftçilik insanoğlunun işidir biliyordum. Meğer Âdem Peygamber’in yeryüzüne gelmesinden milyonlarca sene önce, birtakım canlılar, çiftçiliğin kitabını yazacak kadar bu işte usta yaratılmışlar da, haberim yokmuş!

Kimler mi? Filler böyle alengirli işler için fazla büyük kaçacağına göre, elbette karıncalar!


Yaprak Kesici Attalar

Güney Amerika’nın yağmur ormanlarında, ATTALAR adında acayip bir karınca milleti yaşar. “Yaprak Kesiciler” olarak karıncalar âleminde şöhret bulmuş attalar, öteki karınca kardeşlerinden farklı olarak, topladıkları öte beri ile değil, bizzat kendi elceğizleri ile kendi bağ, bahçe ve çiftliklerinde yetiştirdikleri mahsuller ile karıncıklarını doyururlar.

Mahsul dediysem, domates, biber, patlıcan sırık fasulye, mısır, mercimek ya da patates falan değil elbette. Attalar, çok özel çiftliklerde bir çeşit mantar yetiştirirler.

Mantar yetiştirmek, insanlar için bile oldukça zor ve zahmetli bir iştir. Attalar ise, yaratılıştan gelen özellikleri ile bu işi milyonlarca yıldır yapmaktadırlar.

Şimdi peşimden geliniz! Attaların, hayretten çenelerimizi diz kapaklarımıza çarptıracak kadar muhteşem dünyalarına gidelim. Ama önce karıncalar âleminde dolaşmanın en önemli kuralını hatırlayalım: “BASTIĞIN YERE DİKKAT ET!”



Attaların olağanüstü çene çalma teknikleri

İnsanların dünyasında güçlü bir çene, çoğu zaman “çene çalmaya” yani gevezelik etmeye yarar. Oysa karıncaların dünyasında güçlü çene demek, daha çok iş demektir.

Yaprak kesici attalar, karıncalar âlemindeki en güçlü ve en ilginç çenelerden birine sahiptir. Şöhretlerini de büyük oranda bu yaratılış harikası çenelerine borçludurlar.

Bir atta karıncası, çenesine göre bir yaprak bulduğunda, onu küçük parçalar halinde keser. Ancak bu küçük parçalar bize göre küçüktür, bir atta karıncasına göre her bir parça, bir insana göre neredeyse çelik kapı kadar bir şeydir.

Attaların uçları aşınmaya karşı özel olarak sert bir madde ile kaplanmış güçlü çeneleri, yaprakları bir makas gibi kırt kırt keser! Ancak iş bu kadar basit değildir.

Bu kesme işlemi sırasında attanın bütün vücudu beton kırıcı darbeli matkaplar kullanan yol işçileri gibi titrer. Bu titremenin kaynağı karıncanın karın bölgesinde bulunan iki parçalı bir organdır. Birbirine sürtülen bu parçalar, müthiş bir titreme gücünü ortaya çıkarır.

Peki ama titremenin kime ne faydası vardır?

Vücudu titreyen karıncanın her iki çene kemiği saniyede tam 1000 kez titrer. Titreyen çeneler, yaprakları çok daha kolay ve düzgün bir şekilde kesebilmelerini sağlar. Titreme sırasında elbette bir ses çıkar ama bu ses, insanların kolay kolay duyabileceği bir ses değildir. Ancak karıncalar bu sesi rahatça duyarlar ve nerede çalışma yapılıyor, hemen anlarlar. Bu çok önemlidir! Çünkü attaların yaşadığı yağmur ormanlarında binbir türlü bitki bulunur. Bunların bir kısmı fena halde zehirlidir. Ya öldürür, ya süründürür!

Eğer bir atta karıncası neşe içinde titreye titreye bir yaprağı kesiyor ama kendisine bir göz kararması, bir mide bulantısı, bir baş dönmesi gibi bir şeycik olmuyorsa, yahut kafada bir uyuşukluk ile birlikte ormanın derinliklerinden gelen, “Dil esvuayyeni murra murra! Dil esvuayyeni murraaaaaaaaaaaaaa!” gibi bir ses duyduğunu zannedip, belini gerdanını kıra kıra kendisini ağaçtan aşağıya bırakmıyorsa, (Bu, özellikle Kolombiyalı attalar için önemli bir işarettir. Çünkü oraların otları hakkında pek iyi demezler!!!) çıkardığı titreşimler öteki karıncalara, “Buraya gelin buraya! Bu yapraklar çok sağlıklı!” mesajı verir.

Peki ama yaprak kesiciler, bu yapraklarla ne yaparlar? Yerler mi onları?

Hayır! Karıncaların mideleri yaprakları sindirebilecek şekilde yaratılmamıştır. Yeseler bile asla sindiremezler ve mide fesadından kıvrana kıvrana gece vakti acile koşmaları gerekir! O yüzden kesilen yapraklar yenmez, tek tek yuvaya taşınır.

Çünkü mantar çiftliklerinin taze yapraklara ihtiyacı vardır. Attalar, yaşadıkları ormanda yere düşen yaprakların %15’ini böyle kesip kesip yuvalarına taşırlar!

“Yemin ediyorum yer yürüyor!”

Güney Amerika’yı keşfetmek bahanesi ile istilâ eden ve oradaki yerli halkları öldürüp soylarını kurutmanın dışında, eski mezarlarına kadar da soyan istilacılardan bazıları, belki bir parça daha altın bulurum hırsı ile yağmur ormanlarına bodoslama daldılar. Daldılar ama geri çıkamadıkları için kaybolup, kurda kuşa yem oldular. Bunlardan geriye genellikle, türlü hayvanat tarafından iliğine kadar tertemiz sıyrılmış birkaç kemik, kirli paslı takım taklavat, bazen de, maceralarını bire bin ilave ederek anlattıkları not defterleri kalırdı.